Friday, August 22, 2008

Saçlarımdan Kafesler Ören Yokluğuna

En yalın cümleleler kurgulamalıyım şimdi
Hep otuz üçünde kalan yüzüne dair
Kekremsi bir intizar oyunudur oynadığımız
İkimizden geiye kalan.
Kanrevan bir yalnızlık!
Oknaksız dudaklarımızdan kalender tutanaklar, erkek gibi!
Ve uzun uzun yollar anne
Gidenlerin kolay kolay dönmediği
O yüzden
Seslenmek zor
Alnına yaşanmamış tablolar çizdiğim çocukluğuma
Yaralarımı kanatmadan
Yabani atların toynaklarıyla çiğniyorum eyvahlarımı
Konuşmak
Ceplerimin delikleri gibi hafifletiyor beni
_Geçmişin bulanıklığı büyüdükçe
duruluğu artan yüzüne aşık oluyorum_
Duruluyorum...

Ülkelerin taş kokan tarihlerini bildin mi sen?
İnsanın sarmaşıklarını
Kan ve gözyaşı kokan
Göğsünde kadim pişmanlıklar; bini beş para
Şehirlerin dağdağasında yiten ömürlerimize eyvah!
Kavlamış dudaklara
Ukala vitrinlerden aç gözlü iştahlar
Oysa
Doğaçlama hüzünler fışkırıyor damarlarımızdan bizim anne
Sevmeyi;
Ekmek kada su kadar aziz bildik bileli
Katil imgelerle sahibine dönen bie bumerang oldu zaman
Alnından taze kan damlayan yürek yürek
Katil imgeler işte anneciğim
Gurbeti bir zincir gibi boynuma dolayan
Oysa;siyah_beyaz yaşamak kadar
Hiç bir şey ağır gelmedi yüreğime
Küf rengi intihar kokan bu şehirde
denizin dudaklarına sarılıp ağlıyorum
Denizlerin öfkesi hiç bitmez mi anne?
Ne gün diner;
-kan gölüne dönmüş göğüslerimizden
hayatın yangın merdivenlerine olan kaçışlarımız-

Göğekinler gibi kavuruyor hasretin,
önüne kattıklarını hoyratça
Bir yanda turfanda ölümler!
Bir yanda sen
Nasıl dayanacağız anne!İkimizde erkek değiliz...
Gölgeler seğirtiyor sağa sola aceleci
Umut bezirganı uykulardan çırpınarak uyanıyorum
Bir akşamüzeri gibi yorgun ve kararsızım işte...
Dağılan tanelerimi toplayamıyorum bir türlü
Yüzünü kararttıkça karatıyor ebrar!
Avuçlarımda soğuyor cehennem dediğin
Dayanmak erkek işi...

Gençliğimin hatırına ne olur bir ses ver
Bir ses ver!
Bu içimdeki uçurumlara
Ekmeğe katık acı bir lokma gibi
Boğazıma duruyor hatıralar
Hatıran azığımdır anne
serzenişlerin kördüğümüm
Kalbimde deveran edip duran kan gibi sıcak
Hayaline ihtiram ediyorum gecelerce
Sönmesin diye içimde tutuşturduğum mahyalar
Yanıyorum! Yanıyorum!
Bir yanda alnımda ızlık çalan zemheri
Her şey beni yakan evliyalar
Biliyorum; dayanmak erkek işi
Fotoğrafların müphemliğinde saklı geçmiş
Ellerinden bilirim ki
Yer ve gök arası geniştir senin yüreğin
Hayatın zevalinde bir kum saatisin sanki
Dur!
Annem nereye gidiyorsun!
Yanağında provalı bir tebessüm
Kekeme düşlerin titrediği son perde
Ölümlerden bir ölümdür ayrılık
Demiştim ya;
Umuda kaç hüzün var
Söylesene anne
Sabah yakın değil mi?
Lakayt deniz fenerleri büyütür karanlıklarımızı
Vurulmuş bir ceylan kaçar ağır aksak
Ve şarap kadar keskin virajlarıdır kaderin
her birimizi bir yana savuran
İnanmam bilgelik taslayan söylemlere
Ruhuma takılan müebbet bukağılar çözülmez
Çözülmez
Seni görmedikçe dünya gözüyle

Ben erkek değilim
Yakamam gemilerimi
Kestaneden seçtiysem saçımın rengini eğer
Doktorlardan korkarım oldum olası
Kırılgan bulutların yaktığı yüreğimi
açamam hiç bir masaya anne...
Sen yine pencereden uzaklara bakıyorsun
Ölmüşüm de haberin yok mu?
Ukdelerimi sağaltan nefesin nerede!
Seni neden bu kadar özlüyorum?
Her gece beni çarmıha geren aşırtma uykularda
Ölmüşüm
haberin yok mu anne?...

Yolun yarısı ise eğer vardığım
İki iki daha ne zmana kadar dört edecek?
Bu şakaklarıma kurşun sıkan soru işaretleri
Bu denklemler
Bu zırvalar kekeleyen adamlar ne diyor
Ben otuz üç yaşında olmadım daha!
Sen yoksan neden yağmur yağıyor anne?
Savruk bir hikayenin gözlerinde büyüttüğüm hezeyan
Alır beni deli yanım işte böyle
Bundandır
Yaşamdan öte sağanakları kutsadığım
Ellerimin kirini arındıracak

Bir masldan eylül yağıyor şimdi
Bir bebek büyüyor beşiğinde deri derin
Bayramlık ve oldum olası kırmızı ayakkabılar...
Alnında kararmış takvimler uçuşan,
sarı saçlı çocukluğum ağlıyor
Kalbime gömüpte yüzünü ağlıyor durmadan
Sen otuz üç yaşındasın anne

Sabırsa sabır diyorum
Emekse emek
Umutsa umut
Sana seni nasıl anlatabilirim
Bir mahkeme salonunu arşınlar gibi korkan adımlarımı
Aramızda uzayan yollara vurmayalı ne çok oldu anne!
Sen de özledin mi beni bu kadar?

Bu yaslı hançeri döküp al göğsümden hadi
Bana bira tebessüm getir
Şimdi ben
Hiçlemek istiyorum
hayatı ıskalayn yollarımı bir kalemde
Beni bana döndürüyor zevahir
Aynlarda göğeren gençliğime ağla anne...
Ya susup bu sukutta yok olacağız ebediyen
Ya konuşacağız,
kelimelerimiz varken hala...
Seni sevmek hiç bu kadar yaramamıştı bana
Senden bu kadar uzakta
Saçlarımdan kafesler ören yokluğuna tutunarak
Öleceğim günü bekliyorum anne...

NUR ORHAN
23.08.2008