Bir Resul ki gözleri derin ve sıcak,
Bakarken tüm vücuduyla bakardı,İnananlarına arkadaşım derdi
,Arkadaşım, arkadaşlarım...Muhacirim, Ensarım...
Bir Resul ki gecenin Abidi,Gündüzün aslanı...
Her anı ayrı bir devrim,
Her sözü gökten mühürlü...
Gökler Onu kucaklar,Yer Onu sarmalar...
Savaşta bir cengâver kesilir,Tüm kılıçlar Onunla kalkar ve iner...
Cesaretin doruğu,
Sevginin ve merhametin timsali...
Bir resul ki gülünce tüm cihan güler,
O benim Peygamberim, bizim Peygamberimiz...
Bir umut ki Seni öğrenmek,Seni yaşamayı öğretecek,
Sana gelmenin anahtarı olacak...
Her nisanın 20'si bir bahar kokusu alırım, iliklerime kadar...
Öyle bir koku ki, beni benden geçiren...
Öyle bir koku ki, beni benle buluşturan, beni bana getiren...
Gök gürledi o gün, gözyaşlarını döktü toprağa...
Ama bu seferki sevinç gözyaşlarıydı...
Kucaklamak istemişti tüm kâinat
Seni, ama hiçbiri Âmine kadar şanslı değildi... İnanılır gibi değil!!! Kâinatın Efendisi doğmuştu! Evet, Nebiyullah'tı gözlerini dünyaya açan... Bir hareket sarmıştı yeryüzünü. Her şey dile gelip "Hoşgeldin! Bi Xêr Hati! Bi Xweşi Hati! Ser Sera Ser Çava Hati" diye haykırmak istiyordu. Bir heyecan sarmıştı Seva Gölünü, öyle bir heyecan ki onu kurutan... Bir öfkeydi Kisra sütunlarını çatırdatan. Zulüm kokan saraylar kundaktaki haline bile dayanamamıştı. Sönmeyen şirk ateşi kin ve nefretini kusmuştu o gün. Öyle bir öfke ki ateş bile dayanamamıştı, sönmüştü, kül olmuştu kor ateşler... Kutsal Kabe'ye yakışmayan putlar bir bir devrilmişlerdi; Sen doğdun diye... Ey ab-ı Hayat! Sen Mekke'ye geldin diye Kabe de tahammülsüz olmuştu artık! Bir sarsıntıydı ilahlaştırılan putları tir tir titreten; alaşağı eden... Ey Resulüm! Asırlar önce bu ayda Sen doğmuştun! Doğumunla şereflenmişti kâinat... Bir heyecan sarmıştı tüm varlıkları, bin bir çeşit dille Senin Mizgîn'in dolaşıyordu kulaktan kulağa. Bitkiler, hayvanlar, yer, gök, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, tepeler, ırmaklar ve her şey ama her şey Seni konuşuyordu. Gökte uçan kuşlar dahi daha hızlı kanatlarını çırpar olmuştu... Ey Peygamberim! Ey Işığım! Bir filiz gibi filizlendin Mekke toprağında... Her geçen gün daha bir sevilir olmuştun. Bir kandil gibi parıldıyordun bulunduğun her yerde... Kandilin çok bereketliydi, bitmek nedir bilmiyordu. Aksine sürekli artarak büyüyordu. Her geçen gün daha bir aydınlık saçıyordu kutlu kandil... Bu kandildi henüz vahiy gelmezden önce Sana Hılful'fudulu yaptıran! Bu kandildi Seni Muhammed'ül Emin lakabına ulaştıran... Zira Sen doğar doğmaz karanlığı delmiştin adeta. Zifiri gecelerde bir TARIK olmuştun! Karanlığı delen eşsiz bir yıldız: TARIK... Anam, babam ve her şeyim Sana feda olsun Ya Resulullah! Eşsiz bir miras bıraktın bizlere... Ey Habibullah! Yüreği ısıtan yaşam dolu sözlerin tüm sıcaklığı ve tazeliğini koruyor. Ve hiçbir zaman kaybetmeyecek bu güzelliklerini, dünya dönene yaşam devam edene kadar... Ey Peygamberim! Ey Rabbin Son Elçisi! Bir Ab-ı Hayat gibi yetiştin susuzluktan çatlayan nice topraklara!... Bir kadın, bir çocuk, bir köle ve bir Sıddık arkadaş Ab-ı Hayattan kana kana içmişlerdi ilkin... Ve böylece Mekke'nin kuraklığında yeşermişti güzelim kokulu Nergisler. Tutam tutam Bahar Kokunu dağıtmıştın her birine... En çok koklayanı öncü olmuştu nice çaresiz insana... Ve peyder pey dağılıyordu Bahar Kokun! Bu koku nice tomurcuğu açıyordu.Ve her bir tomurcuk bir başka güzeldi. Serin serin esen rüzgardaki tatlı esintin Samimiyet Vadilerinde dolaşıyordu. Her seferinde bir başkalarını yanına katıp usulca yoluna devam ediyordu. Bazen bu Bahar Kokun bir fırtınaya dönüşüyor, bazen de bir kasırga veya amansız bir borana... Bir ambargo olup çıkageliyordu bazen... Bazen de bir Hicret olup beliriveriyordu... Kimi zaman da yazın kavurucu çöl sıcağında binlere karşı yalnız bir avuç insanla karşı koyarak çıkageliyordu... Bazen de canından çok sevdiği yoldaşlarının acımasızca katledildiği Reciler, Bir'i Mauneler olarak karşısında dikiliveriyordu... Ey Nebiyullah! Sabır ve tahammülün hayretler içerisinde bırakıyor bizleri! Ey peygamberim! Kötülüğe karşı iyiliği şiar edinmiştin kutlu yaşamında. Sevgi ve merhameti dağıtıyordun sevgi ve merhamete yabancılaşmış katran karası yüreklere... Taştan daha katı yürekler, ilkin anlayamıyorlardı senin bu güzelliğini! Latif olanın temsilcisi olduğunu göremiyorlardı! Rahman olanın sözlerini işitemiyorlardı sağır kulaklar!... Yaşam bağş eden kutlu mesajına karşılık Ebu Lehebler, Ebu Cehiller, Ümmü Cemiller de ölüm kusuyorlardı. Yaktığın sönmez kandilleri beyhude bir çabayla söndürmek istiyorlardı. Ama bilemedikleri, göremedikleri ve unuttukları bir çok şey vardı, O da şuydu: Rabbin Nuru asla sönmez! Rabbin Mesajı asla silinmez! Rabbin Elçisi asla yenilmez! Resule tabiler asla yıkılmaz, pes etmez!... Ve beyhude çabalar o gün bu gün devam etmekte! EY RONYA ÇAVA RESULULLAH! EY DERMANÊ DİLA NEBİYULLAH! Bugün biz de içiyoruz Ab-ı Hayattan... Bahar kokunu da alıyoruz, iliklerimize değin... Ve her Rebiulevvelin 12'si daha bir coşup daha bir umutlanıyor Kimsesiz ve SENSİZ yüreklerimiz...